Doç. Dr.

Ayşe Evren Hoşgör Çimen

MAKALE

Hoşgör, E., “Kapitalizmin Üçlü Krizi ve Krizden Çıkış Yolları: ‘Yeşil Ekonomi’”, Monthly Review Türkiye 3 (Ağustos), 2017, pp. 57-81.

Bu çalışma, Üçlü Kriz’i merkezine oturtan ve Liberal-Üretkenlik modeline alternatif bir kalkınma modeli olarak kurgulanan Yeşil Ekonominin (ya da “yeşil kapitalizm”) nasıl şekillendiğini tartışmayı amaçlamaktadır. Bu modelin hangi tarihsel koşullar içerisinde öne sürüldüğü, neoliberalizme (ve finansallaşmış bir kapitalizme) tutarlı bir şekilde nasıl eklemlendiği, ekolojik krizi sorunsallaştırmadaki yetersizliği ve nihayetinde kapitalizmi sistemik/organik kriz döngüsünden çıkartma olasılığı üzerine eleştirel bir değerlendirme yapılacaktır. Sırasıyla, önce ekolojik modernizasyona dayanan bir tekno-ekonomik paradigmanın, dolayısıyla arz-talep dengesini düzenleyen ve kârların yeni sürdürülebilir yatırımlara aktarılmasına olanak tanıyan yeşile boyanmış bir birikim rejimi ile birikim sürecini destekleyen toplumsal kurum ve normların oluşturduğu bir düzenleme tarzının temel unsurları ele alınacaktır. Birikimin siyasal-toplumsal uzantılarının sürdürülebilirliğine yönelik çeşitli stratejiler ile bunların ekolojik denge açısından taşıdığı riskler de bu bölümde tartışılacaktır. Daha sonra, küresel pazarlarda mal ve sermaye hareketlerini yeniden yapılandıran bir uluslararası rejimin hangi enstrüman ve politikalarla biçimlendirildiği irdelenecektir. Son bölümde ise, muhalif kesimleri bölecek seçici politikaların ve taktiksel ittifakların ‘yeşil ekonominin yönetişimi’ adı altında inşa edilişi ve sivil toplum kavramının canlandırılarak toplumsal değişimin ana aktörlerinden birisi konumuna yükseltilişi üzerinde durulacaktır. Sonuç olarak makalede, Yeşil Ekonominin mevcut kriz eğilimlerini tersine çevirmek açısından gerçekçi bir alternatif önermediği iddia edilecektir.

Hoşgör, E., Ece, M. and Konak, N., “Yeşil Ekonomi ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları: Türkiye ve Tanzanya’da Müşterek Gasplarına Karşılaştırmalı bir Bakış”, Toplum ve Bilim vol. 138/139 –2016, pp.26-51

Yakın bir döneme kadar çevre sorunlarını inkar eden veya bunlara kayıtsız kalan hükümetler, çok uluslu şirketler ve uluslararası kuruluşlar, gitgide çevre dostu gibi gözüken büyüme odaklı birikim stratejilerine ve düzenlemelere yönelmektedirler. Bu çalışma, Küresel İklim Değişikliği söylem ve politikalarının Yeşil Ekonomiye hangi mekanizmalar aracılığıyla eklemlendiğini ve bunların Üçlü Kriz (birikim krizi, ekolojik kriz ve meşruiyet krizi) bağlamında nasıl şekillendiğini tartışmayı amaçlamaktadır. Doğal kaynakların metalaştırılmasına dayanan yeni (yeşil) büyüme paradigmasının sermaye birikiminin çelişkilerini keskinleştirmenin yanı sıra gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurumu daha da arttırarak ekolojik emperyalizmi derinleştireceği iddia edilecektir. Bu bağlamda öne çıkan ve dolasıyla karbon piyasalarının genişlemesinde belirleyici olan yeşil enerji yatırımları ve neoliberal çevre koruma projeleri Tanzanya ve Türkiye örnekleri ile tartışılacaktır. Her iki örnekte de görüleceği gibi toprak ve su gaspıyla sonuçlanan REDD+ ve HES projeleri, yerel halkların mülksüzleşmesini de beraberinde getirmektedir.

ANAHTAR KELİMELER: Yeşil Ekonomi; Üçlü Kriz; İklim Değişikliği; Karbon Piyasaları; Toprak ve Su Gaspı; Türkiye; Tanzanya

Hoşgör, E., “New Fragmentations and New Alliances in the Turkish Bourgeoisie”, Austrian Journal of Development Studies (Journal für Entwicklungspolitik, JEP) XXXII 1/2-2016, pp. 114–134.

This paper focuses on the process of internationalisation of accumulation, and tries to uncover the multiple power relationships among different capital groups in Turkey. The internationalisation process created a whole series of new contradictions between the capital fractions, which have a strategy of international expansion, and those with a strategy of limited expansion within the national scale. It also made it more difficult for the leading party (AKP) to specify an economic paradigm within which conflicts over competing interests can be negotiated and accumulation secured in the long run. Thus, the paper argues that not only is the present structure of Turkish economy expressive of both the search of globally expanding capitals for new areas for expansion and the fight for domination in the domestic market, but that the struggle between them also shapes both inter- and intra-class relations of power and intra-state conflicts over economic policies.

Hoşgör, E., “The Role of Organic Intellectuals in Mediating Management Ideas: A Case From Turkish Academia”. Management & Organizational History, Volume: 10, Issue: 03-04, 2015, pages 275 - 296

The role of organic intellectuals in mediating management ideas

Over the past two decades, there has been increasing interest in the history of management thought in peripheral countries. The consequent body of literature often focuses on the contestation  among different Western traditions in social sciences or institutional models. In turn, it largely downplays the social context of intellectual production and the transformational actions of agents.  Using the Gramscian notion of ‘organic intellectual’ as a point of departure, this article explores the function business education and educators perform within the context of early capitalist development in a late developing country: Turkey. By doing so, it analyses the role of the cadre of administrative and organization sciences, moving back-and-forth across the institutions of civil society and operating in various parts of the state apparatus, in socializing people into particular values and legitimating management as an academic discipline and a field of practice.

Keywords: business education; Gramsci; late development; organic intellectuals; Turkey

Hoşgör, E., “Islamic Capital/Anatolian Tigers: Past and Present”, Middle Eastern Studies, Volume 47 Issue 2, March 2011, pp. 343 - 360.

 The emergence of a specific business group in Turkey, Islamic capital (aka Green capital or Anatolian Tigers), has been an interesting topic for many researchers. Some scholars explain their rise in terms of individual efforts or ‘entrepreneurial spirit’. Others either rely strongly on the religious/conservative discourse of such businessmen, or concentrate on their specific consumption patterns and lifestyles as the main indicator of class formation. Besides, since contradictions among different business groups (capital fractions) are generally reduced to distributional conflicts, the rivalry between Istanbul-based business circles and Anatolian Tigers are equated to size and region related conflicts. This also leads to a general misconception that Islamic capital was mostly composed of small and medium-sized enterprises (SMEs) and that its economic domain is reducible to an enclave or sub-economy. However, there has been a significant change in its size, scope and regional orientation; hence it is not fair to label all SMEs as Islamic. Despite the growing literature, researchers still have difficulties in distinguishing between the two. This article discusses the development of Islamic capital from a rather different perspective. It argues such research does not provide a criterion on which Islamic capital as such can be identified as a separate capital fraction that can pursue a distinct and collective agenda. Indeed, a group of individual capitalists arising out of some incidental concurrence of interest does not constitute a separate fraction. For fractions are ‘the portions of capital, distinguished from one another by some structural characters referring to distinct positions in the process of capital (re)production and circulation’. These assertions do not deny the  explanatory capacity of the term ‘Islamic capital’, but instead assert the necessity of an alternative framework that can explain this peculiar mode of capital accumulation in relation to Islamic motifs (specific formulation of Islam as a regulatory force) but without reducing religion to a ‘mere tool’ for economic success.

Hoşgör, E., “İnternet ve Demokratik Katılım (Internet and Democratic Publication)”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, September-October 2001

Dünya, bilim ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler ile yeni bir çağın gelişini kutluyor. Sibernetik ve genetik teknolojisi 20. yüzyılın yeniliklerinin bir tarafında yerini alırken öteki tarafında ise telekominükasyon teknolojilerindeki göz kamaştırıcı gelişmeler ardarda sıralanıyor. Bizler, bir yandan bu gelişmelerin toplumsal alanın  sınırları içindeki hemen her faaliyetimize hızla yayılmasını izlerken, öte yandan teknolojinin yeni çağın politikası, ekonomisi, güç dağılımı ve toplumsal denetiminin işleyişiyle de hem maddi hem de ideolojik biçimlerde çok yakından ilişkili olacağınım fark ediyoruz. Ve soruyoruz: Teknoloji demokratik toplum idealinin neresinde yer alıyor?

Hoşgör, E., "Yeşil Kapitalizmin Gölgesinde Ekolojik Eleştiri", Yeniden Akdeniz, Aralık 2020 (Ekoloji özel sayısı), İzmir Büyükşehir Belediyesi Akdeniz Akademisi.


Kapitalizm, tarihinde eşi görülmemiş ve birçok boyutu olan bir dizi kriz eğilimiyle karşı karşıya. Mueller ve Passadakis bu durumu “Üçlü Kriz” (Triple Crises) - birikim krizi, meşruiyet krizi ve ekolojik kriz - olarak tanımlamaktadır.[1]Kısaca; 1970’lerde dünya kapitalizminin içine girdiği ekonomik durgunluk, üretkenlik artışında büyük bir yavaşlama, dolayısıyla sermaye birikiminin temposunda önemli bir düşüşü beraberinde getirdi. Birikimdeki tıkanıklığın konjonktürel olmadığı netleştiğinde, geniş ölçekli bir yeniden yapılanma gerçekleşti: Neoliberal politikalar, ticari ve finansal liberalleşmeyi, kamu sektöründe özelleştirme ile ticarileşmeyi ve sosyal güvenlik sisteminde değişiklerle beraber yeni bir yasal, politik ve ideolojik çerçeve getirdi. Ne var ki neoliberalizm, geçirdiği tüm revizyonlara rağmen sistemin mevcut işleyişi içerisinde ortaya çıkan sorunlara (finansal ve ekonomik krizlere, istihdam oranlarının düşmesine, gelir dağılımındaki eşitsizliklere, yoksulluğa vb.) ve toplumsal yeniden üretime dair diğer açmazlara uzun erimli ve etkili bir çözüm getiremedi. Birikimdeki tıkanmayı aşmak için geliştirilen finansal stratejiler ise kapitalist sistemin yapısal özelliklerinden kaynaklanan sorunları daha görünür hale getirdi. Aynı zamanda toplumsal çatışmalar ve sosyal patlamalar için de uygun bir zemin hazırladı: 2008 küresel finansal krizin ardından ABD’de başlayan gösteriler (Occupy Wall Street) kitlesel bir patlamanın ilk öncülleriydi. Krizin Avrupa’ya sıçramasının ardından uygulanan kemer sıkma politikaları, grev ve işçi hareketleriyle karşılaştı. Benzer şekilde, Latin Amerika’dan, Arap coğrafyası ve Asya’ya başkaldırının çeşitli tezahürlerinin (sokak ve diğer kamusal alan işgalleri ile kitlesel iş bırakma, gayri resmi grevler gibi) yükseldiği görüldü. Tüm bu eylem ve direnişlerin ortak keseni, gençler başta olmak üzere geniş halk kesimlerini kuşatan işsizlik, güvencesizlik, geleceksizlik sonucu sürekli artan endişe, öfke ve hayal kırkılığının birikimidir. Bu durum, meşruiyet krizi, temsil krizi (hatta devlet ya da otorite krizi) gibi bir dizi siyasal kırılmaya ve ideolojik tıkanmaya işaret etmektedir. Öte yandan, insan türünün doğa ile girdiği metabolik ilişkinin kırılması, sistemin sürdürülebilirliğini sarsmaktadır. Hava, toprak, su kirliliği ve ozon tabakasının incelmesi gibi uzun zamandır gündemde olan çevre sorunları günümüzde kendini sıcaklık artışı, yağış periyodlarının değişmesi, buzulların erimesi, sel ve taşkınlar, aşırı kuraklık gibi iklimsel değişikliklerden yenilenemez kaynakların tükenmesine, ormansızlaşmadan çölleşmeye, asit bulutları ve yağmurlarından arıtmaya uğramadan çevreye yayılan toksik atıklara, aşırı nüfus artışından biyoçeşitliliğin ve toprak canlılığının azalmasına, dolayısıyla gıda krizine kadar geniş bir yelpazede göstermektedir. Sonuçta, Üçlü Kriz, mevcut ekonomik, toplumsal ve siyasal kurumlar ile çeşitli normları (tüketim alışkanlıkları, toplumsal değerler, davranış kalıpları vb. içerecek şekilde) sorgulamak için elverişli bir zemin hazırlamıştır.

Hoşgör, E. 'Yeni Yeşil Dünya Düzeni ve Ekolojik Emperyalizmin İnşası', Hukuk Defterleri, Sayı 22 Kasım / Aralık 2019, Çevre ve Hukuk özel sayısı.

1980’li yıllardan itibaren sermaye hareketlerinin küreselleşmesi uluslararası iş bölümünü radikal bir biçimde yeniden yapılandırmıştır. Ulus-ötesi şirketlerin çıkarları doğrultusunda sermaye kontrolleri zayıflatılmış, küresel üretim ve tedarik zincirleri oluşturulmuş ve ülkeler giderek artan bir ölçüde uluslararası rekabetçi baskılara maruz bırakılmıştır. Devletin kurumsal mimarisi de sermayenin uluslararası hareketlerini desteklemek üzere yeniden kurgulanmıştır. Özelleştirmeler ve emek piyasasını esnekleştirmeyi hedefleyen politikalarla birlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde neoliberal reformlar, sermayenin emeği ve diğer bağımlı sınıfları bütünüyle tahakküm altına alabilmesi için olanaklar yaratmış, güvencesizliği ve yoksulluğu artırmıştır. Ayrıca, sosyal harcamalarda nicel ve nitel erozyon ile kamusal hizmetlerin özelleştirilip, ticarileşmesine yol açmıştır. Bu sürecin bir diğer sonucu ise, sermayenin değerlenmesi için doğanın, kamusal alanların ve diğer müştereklerin metalaşmasıdır. Günümüzde kapitalist devletin sınıfsal karakterini iyice çıplaklaştıran mülksüzleştirme politikaları devam ederken, hammadde, toprak, su vb. yanı sıra bilgi, değerler, kültürel kimlikler dahil olmak üzere her şey metaya dönüşmekte, şiddetli çatışmaların nesnesi haline gelmektedir. Öte yandan, insan türünün doğa ile girdiği metabolik ilişkinin kırılması ve verimlilik artışına paralel olarak üretimin genişlemesiyle doğal kaynak ve enerji girdilerinin aşırı kullanımı sermaye birikimini uzun vadede olumsuz etkilemektedir. Kaldı ki son yıllarda dünya kapitalizminin içine girdiği ekonomik durgunluk, üretkenlik artışında yavaşlama ve birikim temposundaki önemli düşüşü beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, kapitalizmin sadece ekoloji karşıtı değil ekoloji yanlısı yeni kalkınma potansiyelleri içeren maddi dinamikler yarattığını söyleyebiliriz. Nitekim, son yıllarda neoliberalizmin ‘yaratıcı yıkıcılığına’ pansuman olarak yeşil birikim stratejileri öne çıkarılmaktadır.

 Yeşil ekonomi çerçevesinde kurgulanan kalkınma modelinin ana hatları, ekolojik modernizasyona dayanan bir tekno-ekonomik paradigma, dolayısıyla arz-talep dengesini düzenleyen ve karların yeni sürdürülebilir yatırımlara aktarılmasına olanak tanıyan yeşile boyanmış bir birikim rejimi, toplumsal sınıfların bu yeni birikim rejimine uygun davranış kalıpları, normlar, değerler benimsemesini sağlayan kurumlar ve yöntemler setini barındıran bir düzenleme tarzı, küresel pazarlarda mal ve sermaye hareketlerini yeniden yapılandıran bir uluslararası rejim  biçiminde özetlenebilir. [2] Ekolojik modernizasyonun ulaşımdan imalat, tarım, enerji, inşaat, turizm, medya ile birçok servis hizmetine kadar uzanan geniş bir yelpazedeki sektörü canlandırarak sermayenin yeniden değerlenmesi için fırsatlar yaratacağı kesindir. Zira yeşil olmak çok uluslu şirketler tarafından oldukça karlı bir strateji olarak benimsenmektedir. Yatırımlar yeni finansman mekanizmaları gerektireceğinden ve tüketiciler çevreci tüketim kalıplarıyla teşvik edileceğinden, bankacılık ve finans sektörü bu dönüşümden karlı çıkacak ve yeşil kapitalizm de bir borç ekonomisi olarak gelişecektir. Ayrıca finansal piyasaların genişlemesinin ve sermayenin uluslararası bir ölçekte bütünleşmesinin farklı kâr olanakları yarattığını da söyleyebiliriz. Aşağıda detaylandırılacak olan karbon piyasaları aracılığıyla yürütülen emisyon ticareti bu alternatif yatırım fırsatlarını örnekler niteliktedir. Sonuçta yeşil kapitalizm, sermayenin tüm devrelerini yeni modelin düzlemine taşımak amacındadır.

Yeniden yapılanma süreci gelişmiş kapitalist ülkelerin hakimiyeti altında ilerlemekte; birikimin baskın tek bir ölçeğe bağlı kalmadan yeniden değerlendirilebilmesi için hem ekonomik coğrafya yeniden şekillendirilmekte hem de dönüşümün yasal ve kurumsal dayanakları oluşturulmaktadır. Yeşil dönüşüm küresel ölçekte birçok aranjman gerektireceğinden Dünya Bankası (DB), Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), Birleşmiş Milletler (BM) gibi neoliberal agendanın taşıyıcısı olan ulus-üstü yapılar yeni iklim rejiminin inşasında ve sürdürülmesinde belirleyici olmaktadır. Çevre politikalarının tartışıldığı uluslararası zirveler (1992 Rio, 2009 Kopenhag, 2012 Rio ve 2015 Paris vb.) ise farklı coğrafyalardan benzer çıkarların bir dizi zımni veya açık ilke, norm, kural veya kurumsal mekanizmayla eşgüdümlenebileceği bir uluslararası rejiminin yapı taşlarını döşemektedir. Emisyon ticaretinin bizzat kendisi uluslararası bir düzlemde takip, dağıtım, kontrol standartları gerektiren bir sisteme dönüşmektedir. Düşük karbon ekonomisinin temellerini oluşturan ve iklim değişikliğiyle mücadeleyi serbest piyasa ekonomisi içerisinde yürütmeyi hedefleyen Kyoto Protokolü, Temiz Kalkınma Mekanizması, Ortak Uygulama ve Emisyon Ticareti gibi birçok enstrüman ile DB Karbon Finans Birimi ya da Uluslararası Emisyon Ticareti Birliği gibi kurumlar üretmiştir. 2015 Paris Anlaşması ise gelişmekte olan ülkelerin yeşil ekonomiye geçişinde işlevsel olacak Yeşil İklim Fonu adında yeni bir finansman aracı doğurmuştur. Bu ve benzeri araçların dayandığı neoliberal dengeleme (offset) mantığı karbon salımı yüksek olan gelişmiş ekonomilere emisyonlarını azaltacak yaptırımları dayatmaktan ziyade ödeyenin kirletmeye devam edebileceği bir dünya düzeni inşa etmektedir. Sonuçta, bütünleşik bir uluslararası çevre rejimi piyasacı kurumlara özgü mantık içeresinde şekillenmektedir.

Yeni yeşil dünya düzeni neoliberal politikalarla uyumlu olmanın yanı sıra küresel eşitsizlikleri yeniden üretmeye dönüktür. Gelişmiş ülkeler yaşam standartlarını korur ve gezegenin tüm doğal kaynak ve hammadde birikiminden yararlanırken, gelişmekte olan ülkelerin yavaş büyümenin bedelini üstleneceği yeni bir emperyalist stratejinin temelleri atılmaktadır. Bu savı doğrulayacak çeşitli olgular mevcuttur[3]: İklim değişikliğiyle mücadele gerekçesiyle gelişmekte olan ülkelere uygulanan ticari tedbirler (karbon üst sınırı uygulamasında bulunmayan ürünlere sınır düzenleme vergisi, karbon vergisine yönelik yasa tasarıları vb.) bu eğilime örnek olarak gösterilebilir. REDD+[4]’ın dengeleme mantığı ise gelişmiş ülkelerdeki şirketlerin gelişmekte olan ülke hükümetlerinden salım veya kirletme hakkı satın alabilmelerini mümkün kılmıştır.[5] Karbon piyasalarında brokerlar ya da uluslararası finans kurumları aracılığıyla karbondioksit, metan ve diğer sera gazı emisyonlarını temsil eden sertifikalar (karbon kredileri) alınıp satılmaktadır. Doğayı kirletme (biyoçeşitlilik, hava ve su kirliliği) hakkının sertifikalandığı ve finansal bir ürüne dönüştüğü başka piyasalar da mevcuttur. Bu tür ekosistem piyasaları emtia borsalarına benzer şekilde işlemekte, fiyatlar arz-talep dengesine göre oluşmaktadır. Düzenleyici birimler tarafından belirlenen optimal kirlilik miktarları, şirketlere tanınan kirletme izinleri ve bunların alınır satılabilir izinlere (tradable permits) dönüşmesi de piyasacı uygulamalara örnektir. Böylece, karbon salımı ve kirliliği yüksek olan gelişmiş ekonomilerin büyümenin maliyetini piyasalar aracılığıyla gelişmekte olan ülkelere ihraç etmeleri mümkün olmaktadır.

Gelişmekte olan ülkelerin uluslararası kuruluşlar ve gelişmiş ülkelerden aldıkları ödenekler (iklim değişikliği ile mücadele adına dağıtılan fonlar) aracılığıyla belli sektörler ve ürünlerle rekabete zorlandıkları görülmektedir. Sonuç, gelişmekte olan ülkelerde monokültür üretim biçimlerini egemen kılmaktır. Bu tür politikaların başka sonuçları da vardır. Biyolojik çeşitlilik ve geleneksel, küçük ölçekli yerel ekonomiler (beraberinde topluluklar ve kültürler) yok olmakta, kırdan kente göç artmaktadır. Daha da önemlisi, yoksul ülkelerin kendi kendilerine yeterlilikleri azalmakta, bağımlılıkları pekişmektedir. Zira gelişmiş ülkeler temiz teknoloji kullanan sanayilere geçerken, çevreyi kirleten sanayiler ve atıklar yasal düzenlemelerin gevşek olduğu kirlilik cennetlerine kaydırabilecek, ekolojik sorunlar yoksul ülkelere ihraç edilebilecektir.[6]. Ancak su kaynaklarının kirlenmesinden, verimli toprakların gasp edilmesinden, tarımsal ürün fiyatlarının yükselmesinden, biyolojik çeşitliliğin azalmasından, meraların ve ormanların çokuluslu şirketler tarafından yağmalanmasından en çok etkilenenler, geçimleri bu ekosistemlere bağlı olan yoksul halklardır. Ayrıca temiz/yeşil teknolojiler yüksek yatırım oranları ile yeni üretim ve pazarlama teknikleri vb. gerektirdiğinden yeşil sektörlerde de sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Doğal gıda firmaları örneğinde olduğu gibi gelişmekte olan ülkelerdeki küçük ölçekli üreticiler artan maliyetleri karşılayamamakta ve çoğu kez uluslararası tekeller tarafından yutulmaktadır. Benzer bir süreç enerji sektöründe halihazırda yaşanmaktadır. Son olarak, yoksul yerel toplulukları göçe zorlayan vahşi yaşamı koruma projeleri ile koruma altına alınmış bölgeleri uluslararası sermaye yatırımlarına (eko-turizme vb.) açan neoliberal korumacı politikalar da ekolojik emperyalizmin inşa edildiğine dair argümanları destekler niteliktedir. [7] Uluslararası sermaye tekelleri yeniden üretim sürecinde yaşadıkları tıkanıklıkları piyasa mekanizmasıyla aşamadığı ölçüde, gelişmekte olan ülkelerin doğal zenginliklerini komprador hükümetler aracılığıyla ve siyasal zor yoluyla yağmalamaktadır.

 Görüldüğü üzere yeşil dönüşüm yeni bir yasal ve politik çerçeve gerektirmektedir. Bu ise, sermayenin farklı ölçekleri ile bağımlı sınıflar arasında yeni bir ekonomik uzlaşmanın gerekliliğine işaret eder. Bu bağlamda, Yeşil Yeni Düzen gibi sol-Keynezyen alternatiflerde refah devletinin küresel çapta yeniden inşa edilmesini tasarlayan reform önerileri mevcuttur. Buna göre Kuzey ve Güney arasındaki eşitsiz gelişmeyi dengeleyecek, dönüşümün finansmanını sağlayacak uluslararası bir süper Wagner Kanunu (ve Marshall Planı) ve mevduat bankaları ile yatırım bankalarını ayıracak, böylece reel ekonomi ve finans arasındaki ilişkiyi düzenleyecek yeni bir Glass-Steagall Kanunu önerilmektedir. Kuşkusuz içinde yaşadığımız döneme özgü sınırlılıklar ve çelişkiler yeşil ekonominin hangi aktörler tarafından, nasıl bir çerçevede ele alınacağını belirleyecektir: Artı-değer oranları ve birikimin temposundaki düşüş, üretim faaliyetlerinin karlı bir alan olmaktan çıkması, dolayısıyla sermaye birikimin önceliklerinin giderek kısa dönemli ve riskli ancak yüksek getirili finansal varlıklar ve operasyonlarda toplanması, diğer taraftan sermayenin uluslararasılaşması ve sermaye üzerindeki rekabetçi baskıların artması vb. koşullar bu tarz bir kalkınma modeline ilişkin stratejik kavramlara, hesaplama tarzlarına,  politik-söylemsel enstrümanlara yön vermektedir. Nitekim küresel finansal krizin yarattığı sınırlılıklar karşısında çevre korumasına dönük uygulamalar vergi, harç, katılma payı, emisyon ücreti ve kirletme bedeli alınması, çevresel etki değerlendirmesi gibi yerli ve yabancı sermayeyi ürkütmeyecek mekanizmaların ötesine geçememektedir. En radikal örnekleri, maddi tazminatlar, risk değerlendirmesine dayalı üretim sonu sistemleri gibi yatırımcılara ek maliyet ve limit getirmeyen düzenlemelerden ibarettir. Azgelişmiş ülkelerde yaygın olan çocuk işçi sorunu, düşük ücretler, taşeron uygulamaları ve güvencesizlik gibi toplumsal sorunlara ise değinilmemektedir. Bu tür sorunları giderecek yasal düzenlemeler, yeşil yatırımların önündeki teknik engeller olarak nitelendirilmektedir. Demek ki, toplumsal formasyonun bütün alanlarını etkileyebilecek organik bir kriz tehlikesi karşısında sınırlı yasal mekanizmalar ve palyatif düzenlemelerle kriz ötelenmeye çalışılmaktadır. Bu durum sermayenin uzun dönemli tavizlerine dayanan önerileri baskılarken, küresel ölçekteki eşitsizlikleri geri dönüşsüz bir noktaya doğru ilerletmektedir. 


KİTAP BÖLÜMÜ

Hoşgör, E., “Ekolojik Hareketler ve Yeşil Aktivizm” in Nuray Yılmaz Sert (ed.), Aktivizm: Toplumsal Değişimin Yeni Yüzü, İstanbul: Değişim Yayınları (February 2016).

Hoşgör, E., 'Bob Jessop’da Devlet, Demokrasi ve Kapitalizm' içinde Kapitalizm ve Demokrasi: Bir Zıtlığın Anatomisi, Can Cemgil and Ömer Turan (der.) İstanbul: Metis Yay. (Aralık 2023).

Bu katkı, Bob Jessop’ın kapitalizm ve demokrasi arasındaki ‘ilişkiye’ dair yaklaşımını ele alacaktır. Yaşayan en önemli devlet kuramcılar arasında sayılan Jessop’ın tüm katkıları şu ya da bu şekilde bu mesele etrafında dönüp dolaşır. Jessop, modern devletin emsalsiz biçimde demokratik olduğu ve sadece serbest piyasayla birlikte var olabileceği yönündeki liberal ve muhafazakâr tezlere karşı çıkar.  Liberal demokrasi, kapitalist üretim ilişkilerinden doğduysa dahi bunlardan birini diğerinin salt bir uzantısı olarak kabul etmek ve taban tabana zıt oldukları temel noktaları göz ardı etmek mümkün değildir. Demokratik devlet biçiminin sermaye birikimi üzerindeki etkileri kadar, sermaye düzeninin ya da hareket yasalarının toplumsal güç dengelerine nasıl yansıdığını açıklar. Öte yandan devlet kuramını bir toplumsal ilişki olarak sermayenin Marksist biçim-analitik açıklaması ile birleştirme çabası, kendi özgün dinamiğini takip etmiştir. Çünkü Marx ve sonrasındaki kuramcıların devlete ilişkin çözümlemeleri pek çok ipucu vermekle birlikte, kapitalist devletin ortak bir tanımı veya teorisi üzerinde bir anlaşma söz konusu değildir. Dolayısıyla kapitalizm ile demokrasi arasındaki bir tür ‘seçici yakınlık’ (elective affinity) gören biçim-analizi merkezli yaklaşımlardan ayrışarak, farklı siyasal örgütlenme biçimlerinin, siyasal rejimlerin ve devlet türlerinin tarihsel özgüllükleri üzerinde durur. Jessop’a göre, kapitalizm ile demokrasi arasında sıklıkla ileri sürülen biçimsel uygunluk, tarihsel olarak ilişkinin her iki tarafına bağlıdır. Bu da ancak, devlet biçimleri, siyasi rejimler, siyasi söylemler ile değişen siyasi güçler dengesi yanı sıra temel ekonomik ilişkileri, ekonomik krizleri ve ekonomik konjonktürü dikkate alan siyasal bir analiz düzeyinde anlaşılabilir. Sunum, Jessop’ın kuramsal çerçevesini bu sınırlar dahilinde çizdikten sonra, birikimin güncel krizleri yanı sıra, liberal demokrasinin önemli bir önkoşulu olarak ekonomik ve politik alanlar arasındaki ayrımı zayıflatan olguları tartışacaktır. Daha somut bir şekilde, finansal sermaye hakimiyetindeki birikim (ve krizi) dahilinde güncelimizi şekillendiren iki olguyu Jessop’ın nasıl ele aldığını serimleyecektir: İlki, geçiş dönemini karakterize eden neoliberal kemer sıkma politikalarının yerini “kalıcı bir kemer sıkma durumuna” (permanent state of austerity) bırakması; ikincisi, “otoriter devletçiliğin”, devletin “yeni normal” biçimi haline gelmesidir.

Hoşgör, E., 'Bob Jessop’da Devlet, Demokrasi ve Kapitalizm' içinde Kapitalizm ve Demokrasi: Bir Zıtlığın Anatomisi, Can Cemgil and Ömer Turan (der.) İstanbul: Metis Yay. (Aralık 2023).

Hoşgör, E., “1920’lerden Günümüze Türkiye’de Sermaye İlişkilerinin Dönüşümü” içinde İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet: Demokratikleşme Momentleri, Sıradan İnsanlar ve Siyaset, Gencer Özcan, Ömer Turan, Büke Boşnak, Tuğçe Erçetin (der.) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay. (yayına hazırlanıyor).

Bu yazıda, dünya ekonomisine entegrasyon bağlamında sermaye birikim süreçleri, dinamikleri ve sermaye içi bileşenler arası ilişkiler ile sürecin yarattığı dönüşümleri değerlendireceğim. İlk olarak, Türkiye’de kapitalizmin dönemsel eşikleri ve sermaye birikiminin tabi olduğu farklı belirlenimlere dair bir arka plan sunacağım. Sırasıyla; kapitalizm öncesi ilişkilerle karakterize olan ilk evrede tarımsal ürünlerin metalaşarak uluslararası ölçekteki sermaye döngüsü içine çekildiğini ve ticari birikim koşulları oluştu. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren hâkim kapi­talist biçim olan kitle üretiminin dünya geneline yayılması, sürece eklemlenmek isteyen ülkelerde sermaye birikim koşullarının sistemin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirdi. Birikim sürecinde ticari sermayeden üretken sermayeye geçiş Türkiye’de ithal ikameci ekonomi politikaları aracılığıyla gerçekleşti. İlerleyen dönemleri tartışmadan önce sermaye içi ayrışmalara dair bir ara değerlendirme yapacağım. Birikimin yeniden ölçeklendirilmesi sektörel-organizasyonel değişimler getirdi ve bunların az ya da çok dolaysız sonucu olarak mekânsal örgütlenme pratiklerinde farklılıklar yarattı. 1980 sonrası dönemde ise kapitalizmin global düzeyde yeniden üretimi-düzenlenmesi ile birlikte beliren uluslararası iş bölümüne Türkiye’nin eklemlenme tarzı ile buna özgü birikim stratejisi ve sermaye ilişkisini serimleyeceğim. Görüleceği gibi, küresel düzeyde sermayenin her yeni uyarlaması ve mutasyo­nu sadece Türkiye sermayelerinin dönüşümünde farklı bir aşamaya tekabül etmekle kalmamış, aynı zamanda sermaye birikiminde yeni bir aşamanın koşullarını oluşturmuştur. Son olarak, günümüzdeki gelişmeler bağlamında birikime dair değişimler ile farklı sermaye çıkarlarının izledikleri temel stratejilere dair bazı gözlemleri paylaşacağım.

Hoşgör, E., “1920’lerden Günümüze Türkiye’de Sermaye İlişkilerinin Dönüşümü” içinde İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet: Demokratikleşme Momentleri, Sıradan İnsanlar ve Siyaset, Gencer Özcan, Ömer Turan, Büke Boşnak, Tuğçe Erçetin (der.) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay. (yayına hazırlanıyor).

Hoşgör, E., “Yeni Bir Sınıf Stratejisi Olarak Yeşil Yakalılar: Eleştirel Bir Değerlendirme” içinde Tülin Öngen'e Armağan, Mehmet Yetiş, Gamze Yücesan-Özdemir (der.) Ankara: İmge Yay. (yayına hazırlanıyor).

"Evren Hoşgör, “Yeni Bir Sınıf Stratejisi Olarak Yeşil Yakalılar: Eleştirel Bir Değerlendirme” başlıklı makalesiyle, annesi Tülin Öngen’in teorik ve metodolojik yaklaşımının izinden giderek, yeşil dönüşüm söyleminin ardındaki sınıfsal dinamikleri ve yeşil işlerin güvenceli, iyi işler olduğu iddiasını eleştirel bir bakış açısıyla inceliyor. Hoşgör, neoliberal politikaların kapitalist birikim modelinin yapısal krizini derinleştirdiğini ve yeşil birikim modelinin de bu krize bir “pansuman” olarak sunulduğunu savunuyor. Makalede, yeşil birikim modelinin temel bileşenleri, üretim süreçlerindeki dönüşüm, yeni teknolojiler, toplumsal yeniden üretim alanındaki değişiklikler ve devletin rolü ayrıntılı bir biçimde ele alınıyor. Hoşgör, “yeşil yakalılar” kavramını sorgulayarak, bu kavramın işçi sınıfını bölme ve yeni bir uzlaşma yaratma stratejisinin parçası olduğunu öne sürüyor. Hoşgör, yeşil birikim modelinin vaat ettiği istihdam artışının ve istihdam koşullarındaki iyileşmenin gerçekleşmediğini, esnek üretim ve güvencesiz çalışma koşullarının yeşil sektörlerde de egemen olduğunu ve neoliberal düzenin olumsuz etkilerinin devam ettiğini vurguluyor. Hoşgör’ün çalışması, yeşil dönüşüm söyleminin ve “yeşil yakalılar” kategorisinin eleştirel bir analizini sunarak, okurları sınıf, çevre ve kapitalizm ilişkilerini yeniden düşünmeye davet ediyor."

Hoşgör, E., 'Türkiye’de sermayedar profilinin değişimi, Neo-liberalizm ve İslamiyet örtüşmesi' içinde Türkiye Ekonomisinin 100 Yılı, Mine Eder ve Barış Alp Özden (der.) İstanbul: Tarih Vakfı Yay. (yayına hazırlanıyor).

Bu yazı, neoliberal entegrasyon bağlamında sermaye birikim süreçleri, dinamikleri ve sermaye içi bileşenler arası ilişkiler ile sürecin yarattığı dönüşümleri tartışmayı amaçlamaktadır. İlk olarak, Türkiye’de kapitalizmin dönemsel eşikleri ve sermaye birikiminin tabi olduğu farklı belirlenimlere dair kısa bir arka plan verilecek; ardından, kapitalizmin global düzeyde ‘yeniden üretimi-düzenlenmesi’ ile birlikte beliren yeni uluslararası iş bölümüne Türkiye’nin eklemlenme tarzı ile buna özgü sermaye ilişkisi ve sermayedar biçimi değerlendirilecektir. Bu çerçevede, Anadolu’daki KOBİ’lerin (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler) önemli piyasa aktörlerine dönüşmesine imkân veren ihracat odaklı birikim stratejisi ve bu stratejinin farklı bileşenleri (emek-yoğun KOBİ’lerin teşvik edilmesi, taşeronlaştırma ve dış kaynak kullanımı yoluyla resmi/gayri-resmi ulusal ve ulus-ötesi ticari ittifaklar, faizsiz bankacılık sisteminin gelişmesine imkan veren finansal serbestleşme vb.) ve birikimin piyasa dışı ilişki ağları (akrabalık/arkadaşlık türü kişisel ve/veya cemaatler, dernekler, siyasi partiler vb. aracılığında kurulan bağlar) üzerinden örgütlenmesini mümkün kılan strateji ve mekanizmalar serimlenecektir. Son bölümde, 2000’ler sonrası devam eden ve bugüne kadar gelen politikalar bağlamında sermaye gruplarının yaşadığı dönüşümler ve izledikleri temel stratejilere dair bazı gözlemlere yer verilecektir. 

Hoşgör, E., “Neoliberalizmin Krizi Karşısında Sermayenin ‘Yeni’ Ekonomik Tasarımları: Olanaklar ve Sınırlılıklar”, in Çakır, G., and Başpınar-Aktükün, Ö. (eds), Gezi tartışmaları: İsyanın Dünü, Bugünü ve Yarını, Ankara: Ütopya Yayınları (June 2015).

Hoşgör, E., “The Question of AKP Hegemony: Consent without Consensus” in Balkan, N., Balkan, E. and Öncü, A. (eds), The Neoliberal Landscape and the Rise of Islamist Capital in Turkey, New York: Berghahn Books (February 2015).

Hoşgör, E., “Islamic Capital” in Balkan, N., Balkan, E. and Öncü, A. (eds), The Neoliberal Landscape and the Rise of Islamist Capital in Turkey, New York: Berghahn Books (February 2015).

Hoşgör, E., “AKP İktidarının ve Gezi Direnişinin Sosyo-Ekonomik Arka Planı: Uluslararasılaşma, Finansallaşma ve Otorite Krizi” in Emek Yıllığı 2013, Savaş, A., Süzük, A., Heper, H., Sözbir, Ü., Koç, Y. (eds), İstanbul: Yazılama (2014): 463-477.

Hoşgör, E., “AKP’nin Hegemonya Sorunsalı: Uzlaşmasız Mutabakat” in Balkan, N., Balkan, E. and Öncü, A. (eds), Neoliberalizm, İslamcı Sermayenin Yükselişi ve AKP, İstanbul: Yordam (2014).

Hoşgör, E., “İslami Sermaye” in Balkan, N., Balkan, E. and Öncü, A. (eds), Neoliberalizm, İslamcı Sermayenin Yükselişi ve AKP, İstanbul: Yordam (2014).

Hoşgör, E., “Organizational structure” in Volume 6: International Management, Markus Vodosek and Deanne den Hartog (volume eds.), Wiley Encyclopedia of Management 3rd edition, Cary L. Cooper (editor-in-chief.), Wiley: Chichester (2014).

Hoşgör, E., “Labor markets”, in Volume 6: International Management, Markus Vodosek and Deanne den Hartog (volume eds.), Wiley Encyclopedia of Management 3rd edition, Cary L. Cooper (editor-in-chief.), Wiley: Chichester (2014).

Hoşgör, E., “Turkey” in Encyclopaedia of Race, Ethnicity, and Society, Schaefer, R.T (ed), Sage Publications, CA (2008).

Hoşgör, E., "Welfare States" in the Encyclopaedia of Social Problems, Parrillo, V., N., (ed), Sage Publications, CA (2008).

Hoşgör, E., "Welfare Capitalism" in the Encyclopaedia of Social Problems, Parrillo, V., N., (ed), Sage Publications, CA (2008)

TEBLİĞ

Hoşgör, E., “Sermayenin yeşil Tasarımları ve Mücadele Olanakları” paper submitted in Ekolojinin Politikası: Yeni Sınırlar, Yeni Aktörler, November 27-28, 2015, Istanbul Bilgi University, Istanbul Turkey..

Hoşgör, E., 'Bob Jessop’da Devlet, Demokrasi ve Kapitalizm', paper submitted in Tarihsel Sosyoloji Mükemmeliyet Alanı Seminerleri: Kapitalizm ve Demokrasi: Bir Zıtlığın Anatomisi, May 21, 2024, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Santralİstanbul Kampüsü İstanbul. 

Hoşgör, E., 'Bugünkü Rejimin Soyaağacı' paper submitted in 100. Yılda Cumhuriyetin: Dünü, Bugünü, Yarını, Oct 14-15, 2023, Sosyal Araştırmalar Vakfı, İstanbul.

Hoşgör, E., “Rejim Tartışmalarına Sermaye Açısından Bakış” paper submitted in Taner Yelkenci III. Uluslararası Hukuk ve Devlet Teorisi Sempozyumu, May 21-23, 2015, Kocaeli, Turkey

Hoşgör, E., '1920’lerden Günümüze Sermaye İlişkilerinin Dönüşümü' paper submitted in İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet: Demokratikleşme Momentleri, Sıradan İnsanlar ve Siyaset, April 28-30, 2023, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul.

Hoşgör, E., “The Role of Organic Intellectuals in Mediating Management Ideas: A Case from Turkish Academia,” paper submitted in 28th EGOS Colloquium on The Challenges of Design, July 4-7, 2012, Helsinki Finland.

HoşgörE., “From Cultural and Moral Leadership to Decadent Hegemony: The Dilemmas of Right-wing Gramscism in Turkey” paper submitted in Historical Materialism Annual Conference 2018, November 8-11, 2018, School of Oriential and African Studies, University of London, UK. 

Hoşgör, E., Bayraktar-Tür, S., ve Göztepe, T.E, “Perspectives of Turkish Banks on Basel II”, conference paper submitted in International Conference on Financial Innovation and Changes for Survival and Growth, January 7-8 2011, Gurgaon, India

Hoşgör, E., “Türkiye’de değişen sermayedar profili” paper submitted in Cumhuriyet’in 100 Yılı Konuşmaları: Türkiye Ekonomisinin Yüzyılı, December 23, 2022, Tarih Vakfı, İstanbul.

Hoşgör, E., ve Özel, B., “Tracing Center-Periphery Paradigm: Critical Literature Review via Network Analysis”, Third Annual Political Networks Conference, Duke University, May 19-21 2010, Durham, NC.

HoşgörE., “AKP Hegemony and Right-wing Gramscism” paper submitted in the workshop on The Geo-Political Economy of Turkey’s Rise and its Contemporary Crisis, October 19, 2018, University of Stirling, UK.

Hoşgör, E., “Anatolische Tiger – Grünes Kapital? Kapitalismus auf Türkisch (Anatolian Tigers – Green Capital? Capitalism in Turkish)”, Rosa-Luxemburg Foundation (Rosa-Luxemburg-Stiftung) September 4, 2009, Berlin.

Hoşgör, E. ve Çoban, G., “The Govermentality of a „Beggars‟ Democracy: The Social Regulation of Poverty and the Construction of a Charity State in Turkey”, joint conference paper with submitted in DREEM Conference on Inequalities and Development in the Mediterranean Countries, May 21-23 2009, Galatasaray University, Istanbul.

Hoşgör, E., “A Class-theoretical Re-interpretation of the Conflict between Islam and Secularism in Turkey”, paper submitted in Historical Materialism Annual Conference 2008, 7-9 November 2008, School of Oriental and African Studies, Central London.

Hoşgör, E., “The reorientation of Turkish capitalism in the line of neo-conservative hegemonic project” paper submitted in the stream Movements of Transition: hegemonies, resistances, alternatives, 5th Critical Management Studies Conference, 11-13 July 2007, Manchester, UK

Hoşgör, E., “The Islamic critique of the modern market economy” paper submitted in the stream The Spirit of Capitalism: Critical Approaches to Religion and Spirituality in Organization, 5th Critical Management Studies Conference, 11-13 July 2007, Manchester, UK.

Hoşgör, E., “Internet Demokratik bir Toplum Düşünün Neresinde Yer Alıyor?,” 8. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, December 3-5, 2003, METU, Ankara.

TEZLER

Ph.D. Thesis: “AKP, State and Capital: A Class-theoretical Re-interpretation of the Conflict between „Centre‟ and „Periphery‟ in Turkey (Department of Sociology, Lancaster University, UK, 2009)

This research provides an analysis of the recent political confrontation between certain state apparatuses/branches and the AKP governments (Adalet ve Kalkınma Partisi, Justice and Development Party) in Turkey. It critically assesses the researches on AKP. Each chapter addresses, de-constructs and/or re-constructs the main arguments in these researches to provide an alternative theoretical and historical framework for a final assessment of AKP. It offers a class-theoretical account of the power-bloc based on the relational-approach of Poulantzas as modified by Jessop’s Strategic Relational Approach. Two points are emphasized. First, institutions do not determine social antagonisms; rather, diverging interests of the dominant class(es)/fractions, which are represented in different state-apparatuses, appear as internal contradictions of the state. Second, it does not regard AKP’s democratic rhetoric as pure lip-service or as a pragmatic choice intended to meet EU conditionalities. It argues that the current contradictions between different state-apparatuses represent the ongoing struggle among various social forces over the form of the state. AKP reorganizes the state’s modes of representation, internal articulation, modes of intervention. Lastly, the research addresses the implications of AKP’s project on the balance of forces and state-form, discussing the political confrontations between certain state-apparatuses and AKP government(s) and the resulting problems for the institutional unity of the state and for political choreography.

Ms. Thesis: “The Role of New Information and Communication Technologies on the Community Organisation: The Case of 1999 Kocaeli Earthquake” (Science Technology Policy Studies, METU, 2001)

The fusion of computer and telecommunication technologies over the past 20 years created a world wide web of computer networks. These networks, particularly Internet, adopted by people who want to communicate with each other and become integral part of business, intellectual, political and social life. Therefore, there is an on-going discussion on the potential of Internet as a chance to reconsider civic engagement, political participation, and democracy. The thesis assesses the main arguments in applying democratic principles to the Internet. It investigates the theoretical bases of these ideas, and discusses factors that will effect their potential development. Within this context, in addition to the theoretical discussions, thesis designed a case study to question the role of Internet during 1999 Kocaeli earthquake. The aim of the study is to explore whether Internet can enhance participatory democracy and revitalise public sphere. The conclusion of the thesis is, Internet can only mirrors the culture in which it evolves rather than guiding it. Internet, by itself, do not obtained the power to establish a specific agenda for the rest of the public and do not realized the promise of participation for community dialogue.